Kitaplar...kendimi bildim bileli, sahip olmadığım şeylere birer yolculuk bileti oldular. Seks filmlerinin oynatıldığı küçücük bir mahalleden sayelerinde çıktım, dolaştım dünyayı...Gezdiğim gizemli şehirler, misafir olduğum şatolar, malikaneler büyüledi beni. Ama en çok karakterler: yüzleri, kokuları etrafımda dolaşan, fısıltıları kulaklarımda kontlar, prensesler, periler, krallar, sokak çocukları..en çok onlar başımı döndürdü. Öğrettiler, değiştirdiler, şaşırttılar, korkuttular.
Küçükken evimizde kitap bulunmazdı. Üst kat komşumuzun şımarık, huysuz kızı Ebru yla oynamaya çağrıldığımda (çünkü hiç arkadaşı yoktu, bir ben sabredebiliyordum kaprislerine) onu saklambaç oynamaya ikna eder, saymaya başlayınca kütüphanenin yanında alırdım soluğu. Yüze gelene kadar kaç sayfa okursam kardı. Bu oyunlar genellikle kitap okurken basılmam ve saçlarımın yolunmasıyla son bulurdu. Az dayak yemedim o kızdan. (Sonradan kapandığını duydum. Bilinçaltında benim vicdan azabım kalmadıysa noolayım :)
Daha sonraları yatılı okulda, zorla kapattırılan ışıklar yüzünden ranza üstlerine koyduğumuz mumlarla okumaya çalıştım. Etütlerde yakalanırsak kitapları kafamızda paralıyorlardı çünkü.
Erişemediğin şey hep değerli olur ya..Kitaplar da öyleydi benim için. Taa ki üniversite yıllarında eski kocamla tanışana kadar..Ailemizden uzakta bağımsız geçen yıllarımız rock'n roll & drugs tan ibaret değildi. Tam tersi, akşamüstü usul usul demlenen çayın yanı sıra Vivaldi dinler kitap okurduk huzur içinde. Muhteşemdi! Susamış gibi okudum o yıllarda. Her yerde her dakika..Çalışmaya başladığımda bile casinonun gürültüsü arasında staff room da okumaya çalışırdım. İlk günler deli gözüyle bakanlar sonradan yanlarında kitap getirmeye başladılar ve dünyanın en çok kitap okuyan staff ı olduk sanırım. Aynı anda aynı kitabı alır kim daha önce bitirecek diye yarışırdık. Sabaha karşı 04.00 , müşteri yok, sıkıntıdan patlarken birbirimizi arar, 3 saniyen var : şu kitabın yazarı kimdi? bu ülkenin başkenti neresiydi? 5.cumhurbaşkanımız kimdi? diye oyun oynardık.
Yıllar sonra hosteslik yaparken bir gün Adana ya uçtum. Casino daki arkadaşlarımdan biri yolcu olarak uçağa bindi ve beni görünce "Şimdiye kadar çoktan yazar olmuşsundur diye düşünmüştüm" dedi. " Nietzsche Ağladığında" kitabında Irvın Yalom der ki "Toprak ne kadar zenginse orada bir şey yetiştirememek de o denli acı verici olur." Bu satırı okurken nasıl tokat yemiş gibi hissettiysem arkadaşımın sözüyle de aynı şekilde sarsıldım.
Hayatımı kazanmaya çalışırken edebiyattan, hayalden ve o büyülü dünyadan ne kadar uzaklaştığımı düşündükçe çektiğim acı diğer kayıplarım ve acılarımla birlikte zamanla Panik Atağa dönüştü.
Ve şimdi bir yerden başlamalıyım diye düşünüyorum.
Bugün o başlangıcın günüdür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder